Türkiye ekonomisi içinde silah sanayisinin giderek gelişmekte olduğunu ve her zamanki büyüme lokomotifi inşaatta ise çıkış yollarının savaş sahasında arandığını görüyoruz
Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan sorusu ile aynı anlamda kullanabileceğimiz yeni bir soru var artık. AKP’mi VP ve MHP çizgisine geldi, yoksa MHP ve VP mi AKP çizgisine geldi? Şu aralar aynı operasyonun CHP içerisinde gerçekleştiğine de dikkat çekelim. Bir tarafta, Haziran Hareketi ve muhalif sol ile desteklenen ve CHP’nin klasik argümanlarını kırarak onu sola ve Türkiye’nin önünü açacak en büyük hamle olan Atatürkçüler ile sol/sosyalist/demokrat Kürtleri bir araya getirmek isteyenler; diğer tarafta ise Türkiye’yi “kuruluş kodlarına” geri götürmek için 90’lı yılların ittifakına geçici de olsa hazır olan “milliciler” bulunuyor. Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) içerisinden bu umudu taşıyan HDP ve özelde Selahattin Demirtaş’a yapılan operasyondan sonra, şimdi “bizim” taraftan çıkan isimlere ve yönelimlere karşı yoğun baskı oluşturuluyor. Peki, bu ulusalcı-Türk-İslam birliği neden bu kadar önemli?
İktisat bilimini sınıflar arasındaki ilişkilerin araştırılması olarak gören ve kapitalizm tahlilini emek değer teorisi olarak anılan çerçeve içinde geliştiren iktisadi bir düşünce olarak ekonomi politik kavramı ve bununla beraber Hegel’in devleti iktidarın (egemen sınıf olarak sermaye veya proletarya) baskı aracı olarak tanımlamasından hareketle olaylara bakmakta fayda var. 2013 Gezi Ayaklanması sırasında ve akabinde yaptığı kapitalizm eleştirileri ile muhalif basının ve kimi zaman sol kesimin bile sempatisini kazanan Koç grubunu basit bir şekilde mercek altına alalım. Gezi zamanında hükümet ile gerilen ve kendisine sığınan göstericileri kabul edip savunan Koç grubu aynı dönem TOMA’ların üreticisi idi. O yıldan başlayarak gelirlerinde düzenli bir artış olduğu görülmektedir (Tablo 1). Fakat tersi bir şekilde net kârının yıllar içerisinde düzensiz bir seyir halinde olduğu, hatta zaman zaman azaldığı görülüyor. Yatırımlarını daha çok enerjiye yoğunlaştıran Koç grubunun, enerji kaynağı arama ve enerjinin taşınıp satılması alanlarında yer almak üzere açıklamalar ve daha ötesi yatırımlar yaptığını biliyoruz. Yine bu bilgileri aklımızda tutarak bu kez de Türkiye’nin AKP döneminde yükseldiği söylenen, MÜSİAD çizgisindeki Anadolu sanayisinin, takma isimleriyle Anadolu Kaplanları’nın yerine bakalım. Son on yıldır Anadolu sanayisi büyüyor denilmektedir. O halde soralım, ilk 500 listesine Anadolu’dan kaç tane sanayi devi girmiştir biliyor musunuz? Sıfır! (Güngör Uras, Milliyet Gazetesi, 21.06.2017)
Tablo 1. Koç grubu gelir ve net kar değişimi (2013 – 2017 ilk çeyrek)
2013 | 2014 | 2015 | 2016 | 2017 (ilk 3 ay) | |
Gelirler (milyar TL) | 68,2 | 68,6 | 69,5 | 70,9 | 22,2 |
Net kar (milyar TL) | 3,7 | 2,7 | 3,5 | 3,4 | 1,8 |
İnşaat sektörü tıkanır, silah sanayisi gelişirken
Tüm bu tıkanmışlıkların yanı sıra, silah sanayisi alanında gelişmekte olunduğunu ve her zaman ki büyüme lokomotifi inşaatta ise çıkış yollarının net bir şekilde gösterildiğini görüyoruz. Türkiye Müteahhitler Birliği’nin geçtiğimiz sene 2017 başında açıkladığı İnşaat Sektörü Analizi raporunda, yurtdışı hizmetlerindeki kayıplara dikkat çekilmiş ve Suriye’nin savaş sonrası inşasında Türk müteahhitlerin önemine vurgu yapılmıştır. Özellikle Rus uçağının vurulması sonrası Rus pazarını kaybeden, Almanya ile ilişkilerde sorunlar yaşayan Türkiye için bu tarihi şehirlerin inşası bulunmaz bir nimet olmuştur (Nuri Yavuz, Yeni Dönem Gazetesi, 07.02.2017). Yeniden inşadan pay almak için sahada olmak gerektiğini hatırlatıp 2011 yılından bu yana muhtemelen Lübnan Savaşı’ndan beri ilk defa görülen çok dengeli veya çok müdahilin olduğu bir savaş alanı Suriye. Açık bir “showroom” halini çoktan almış durumda. İki büyük gücün (ABD ve Rusya) “yeni silah lansmanlarını” yaptıkları bir savaş bu savaş. 30 Ağustos 2017 tarihinde DefenseNews dergisinde yayımlanan ve Rusya Savuma Bakanı Yuri Borisov’a dayandırılan bir haberde Rusya’nın savaş sonrasında satışlarının patlayacağının beklendiği ifade ediliyordu. ABD silahlarının her kesim tarafından kullanıldığı, yoğun silah satışının olduğu, özel güvenlik şirketlerinin eğitimler verdiği zaten Irak Savaşı’ndan bu yana bilinen bir gerçek. Bu bağlamda, aynı inşaatta pay alabilmek için sahada olmak gerektiği mantığı ile Türkiye de büyüyen silah sanayisine ait silah ve savunma ekipmanlarının reklamını yapmak için gereğini yapmış ve sahaya inmiştir.
Savaştan beslenenler
Bugünkü durum, sistemin, hem dünya kapitalizminin hem de Türkiye kapitalizminin sıkışmışlığından kaynaklanmaktadır. Kapalı kapılar ardında neler konuşulmaktadır bilemiyoruz, fakat tıpkı Türkiye’nin Libya’nın işgaline ortak olup ekonomisini canlandırdığı (Aydın Şelte, Tarikatlar Ekseninde Ortadoğu Çatışmaları: Politik İktisadi Nedenler, 24.06.2014) gibi bugün de emperyal yollarla ve daha büyük hedeflerle hareket ettiği su götürmez bir gerçektir. 2017 yılında toplam silah satışlarını yüzde 27.6 arttıran Aselsan ve TAI, dünyanın silah satışında ilk 100 sıralamasında 5’er basamak birden tırmanmıştır. Savunma ve ona bağlı havacılık ihracatı son on yıldır artmaktadır ve geçtiğimiz sene birim fiyatta mücevherden sonra en fazla getiri sağlayan sektör olmuştur (Mehmet Kaya, Dünya Gazetesi, 07.02.2017). Afrin harekâtı başladıktan sonra Karar Gazetesi’nden İbrahim Kahveci’nin, Türkiye ihracatında ana sanayinin gerilediği, özel parça üretiminin gerçekleşemediği ama bununla birlikte savunma sanayinde destan yazıldığını belirttiğini söylemekte fayda var (İbrahim Kahveci, Karar Gazetesi, 22.01.2018). Türkiye sermayesi, pastadan aldığı payı arttırmak istemektedir ve bu apaçık ortada durmaktadır. Tüm dünyada genel grev ve boykotların süregeldiği bir ortamda, güç savaşlarının sıkışan dünya kapitalizminde savaşlara yol açmakta olduğunu görmememiz de aynı şekilde olanaksızdır. Bununla beraber, Türkiye’nin sözde “emperyalizme” karşı olan savaşı büyük bir yalan olarak TÜİK istatistikleri ile önümüzde durmaktadır. Türkiye ekonomisinin bağımlılığı artmış, emperyalizm Türkiye ekonomisi üzerindeki kontrolünü muazzam derecede artırmıştır (Fatih Yaşlı, Birgün Gazetesi, 14.01.2018). Son olarak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ağızlardaki son baklayı çıkarmış ve asıl amacın Suriyeli “kardeşlerimizin” bir an önce kendi topraklarına göndermek olduğunu itiraf etmiştir. Ucuz işgücü ihtiyacı olarak Suriyeliler, Türkiye işçi sınıfı her bir yandan kuşatılıp çaresiz hale getirilene kadar olan görevini yerine getirmiştir. Şimdi Suriye’nin yeniden inşasında Türkiye ekonomik olarak kazanımını sağlamak ve politik olarak da kendisine bağlı kesimleri Suriye’ye yerleştirmek istemektedir.
Neye karşı?
ABD ve Rusya’nın izni ile jeopolitik konjonktürün yarattığı genel atmosferden avantaj çıkaran Türkiye’nin evdeki hesabının çarşıya uymaması olasıdır. Anti-kapitalist bir mücadele olmadan emperyalizme karşı yapılacak bir mücadelenin tek bir sonucu olacaktır, o da biz çalışanlar için yenilgiden başkası değildir. İşçi cinayetlerinin dünya rekoru kırdığı, tarım, hayvancılık ve sanayi istenmektedir. Devletin bugün ilan etmiş olduğu savaş, kapitalist-ulus devlet tarihsel sürecinin bir devamıdır. Bu savaşın getireceği ekonomik ve politik istikrarsızlığı engellemek gibi bir çelişkiye de sahip olan sermaye sınıfının elindeki seçenek ise ezilen sınıflara daha fazla baskı uygulamak ve “milliyetçiliği” yükselterek “ötekini” hedef almaktır. Faşizme direnmekten ve bu devrimci durumun getireceği toplumsal patlamaları ve karışıklıkları beklemeksizin, planlı ve sistemli örgütlenmeyi esas alarak mücadele etmekten başka çaremiz yoktur. Ali Ergin Demirhan’ın tespiti çok doğrudur: “Savaş, ülkeyi teslim almakta zorlanan Tek Adam için OHAL’in artık yetmediği bir anda gündeme gelmiştir. OHAL’in yetmediği yerde savaş hali devreye sokulmuştur” (Ali Ergin Demirhan, sendika.org, 23.01.2018).
Başlıktaki sorunun cevabı bu savaşın emperyalizme karşı değil, emperyalizmle beraber yapılan bir savaş oluşudur.